Sunday, November 3, 2013

şimdilerde

bu gün ve gece güzel. çünkü bu sabah uyandığımda, hayatım benim di. belki de ilk kez. bu böyle olduğunda bunu algıladım. demek ki önceden değilmiş. değildi de. çünkü ben bundan korkuyordum. bunun olmasını engellemek için binbir çeşit şeye baş vurdum. sürekli bağlı-bağımlı olunacak bir şeyler ürettim. bulamadığımda isyanlar ettim, kafaları yedim, kafaları çekim, kafaları buldum... ama bir sabah uyandım. yirmi buçuk yaşımda, o artık benimdi. hiç bir şey yapmama gerek olmadan, hiç bir şeyi kanıtlamam gerekmeden, sadece öyle "ol"du, oluverdi.

bu minik narin beden ben mesela, ben onun içindeyim. ona gerçekten "bak" maya yeni başladım. kalbi bazen beyninde atıyor mesela, bazen parmak uçlarında. nefes alışı hep biraz zor, bu yüzden belki de, kimi zaman dünyaya biraz uzak. mesele sadece burnundan aslında. sonra pek iyi görmüyor. bunun için de farklı bir dünya görüşü/algısı var denebilir çok zorlanırsa. bu günlerde biraz su toplamaya başlamış ya da nasıl bir sıvıysa artık. bir kaç güne ihtiyacı olacak biliyor. 

sonra bu geçtiğim sokakları, baktığım pencereleri, içinde oturduğum odaları, yemek yaptığım mutfağı, alışveriş yaptığım marketi, girip çıktığım sınıflar, gördüğüm yüzleri, dinlediğim büyüleri, okuduğum anlattığım denizleri hep ben yaptım. ellerimle. düşünsene, farkında değildim ama hepsini ben kurdum.lisede olduğundan çok daha fazla benim seçimlerimle, uğraşlarımla oldu hepsi. o halde bunlar benim hayatım. hemde içinde olan bir benim. bizim değil yani. neden şöyle bir kucaklamıyorsun ki onları? bi düşünsene hem bun yaşamadan öldüğünü, çok mümkün ama olacak şey miymiş hiç? aslında bu durum olgun gözüken küçüklüğümü görünce gerçekleşti.  olgun genç kız da ben değil di demek ki? olduğum du da kendim değildi. bu yüzden ne küçüldü ne büyüdü. ne çocuk olabildi ne yetişkin. bıraktım bakalım bizim veledi neler yumurtlayacak. 

öncesi de erkendi bunun için ama. bu yüzden hem korktum, hem istemeyip erteledim bunu. çünkü bir insanın hayatı olması bunu 17 yaşındayken söyleyiverdiğimiz kadar kolay değil aslında. o zaman söylenen ve yaşanıyor sanılan da gerçek değil zaten. erken saatleri dışında günün erken güzel değil. yabancı bir yere erken gitmek, erken doğmak, erken uçmak yuvadan, erken büyümek, erken boşalmak, erken ayrılmak, erken ölmek hiç hiç güzel değil hiç biri.  

belki de, take care of someone ı öğrenmek için, we must take care of ourselves. obje olarak kendimizi seçmeliyiz yani hem çok ilginç olmaz mı? bebek bakar gibi kendine bakıyorsun yani beslenmesine uykusuna, dışkısına, huzuruna, eğitimine, gelişimine çok dikkat ediyorsun. mutlu-iyi olsun diye elinden geleni yapıyorsun. bunu yapmaya gerçekten hakkımız olan bir tek kendimizken üstelik -bireyin seçimlerine saygı meselesi doğrultusunda- en son yapmaya kalkıştığımız insanın kendimiz olması nasıl bir kafa karışıklığıdır? kendi ihtiyaç ve isteklerimizi anlamaz bilmezken başkalarınınkileri nasıl biliriz hem? ya da söz konusu obje çocuğumuz değilse eğer, biriyle ilgilenirken, acaba bilinç altımızda kendimize başkasından ya da yine kendimizden özlediğimiz ilgiyi mi göstermekteyizdir acaba ?

evlenmemiş kadınlar görüyorum, çocuksuz kadınlar görürum, boşanmış kadınlar görüyorum, boşanmış ve çocukları olan kadınla görüyorum!  kendilerini sevmeyen öfkeli kadınlar görüyorum, feministler görüyorum, ışımaya yeniden başlamış anneler görüyorum, olgunlaşmış çiçekleri olan kadınlar görüyorum, gözlerindeki ışığa saygıyla selam verdiği kadınlar. bir de Tezer Özlü'yü görüyorum.sanki bir yanım için artık birliktelik değil de ayrılık sonrası, yaşanmaya değer olan challenge... bu, hoş değil.


Saturday, September 21, 2013

Sürpriz

Dün, gözlerime düştün.
Fark ettim, bir baktım, bir bakamadım.
Bakmamak istedin, baktın kaçtın gibi hissettim.
Anlam vermedim, iplerin dans ettiğini bildim işte ama.

Sabah rüyama düştün.
Rüyada zaten içime düşmüştün
Çok bildim seni, sen beni çok bildin .
Kollarından ayrılırken gördüm aslında
burada kim olduğunu, göğüslerimizin çıplaklığını, senin su yeşili ince beyaz çizgili gömleğini, benim açık sarı tişörtümü...
Bu yine o rüyada hissedebildiğim harikalardandı, biraz da hüzün vardı içimde sızlayan, biraz yasak, biraz yanlıştı bir şeyler.
Gömleğini giydirmemi istedin, onlara anlatmama yardım et dedin.
Annem vardı arkada bize suçlayarak bakan.
Uyanıyordum, kayıp gidiyordu. Hayır! durun! rüya görüyorum! Annemden korkmuyorum hiç bir şeyden Korkmuyorum! Gitmiyorum!
Döndüm ve sen havada tutuyordun beni. bir ayh! dı bu.
ve uyandım.

Bu gün resimlerine baktım
Gördüğüm, dedim ya işte, çok bildiğim sen'di.
Yani bir buradaki sen merakı, bir de buradaki sen özlemi hediye edildi bana bu sabah. Hayır, hatırlatıldı.
Korkmadım.

Monday, August 26, 2013

title

fark ettim de ben adem le havva nın elmayı yemeden önce bir mazileri olduğunu hiç düşünmemiştim. bütün macera, bütün mesele, bütün bağlantı, bütün kaos sanki elma ağacının altında bir karşılaşmayla ve 10 sn içinde de elmanın yutulmasından ibaret gibi düşünmüşüm. halbuki ısırık öncesi ne kadar yumuşacık mış, ne kadar yakın mış, ne kadar ruhsal mış, karşındaki çok daha "var" mış... sonrası sanki bi perde gibi, garip  renkler kokular sanki entropinin çıldırması gibi. bazen, eğer yeterince uslu çocuklarsanız tüm o karmaşa hava da asılı kalır, işte o da adem ve havva dan önceye dönüş, galiba..?

sonra fark ettim de, pesimizm- melankoli benim için oldukça estetik bir oluş hali. zaten bundan dır ki böyle tipli insanlara gözüm hep bi takılır. çünkü bana düşüncenin, düşünmenin ağırlığını taşıyor olduklarını hissettirir, daha bi saygı duyarım sanki, daha bi merak ederim... neyse geçen bi rüyamsı meselede adama baktım ve gördüm ki, o pesimizm var ya ; aslında güçsüzlüğü estetize edip affettirme, güçsüzlüğü güçlenmesem de kabul edilebilir bir güce dönüştürme şekli! bunu çok çılgınca buldum, sanki 4 yıl düşünsem aklıma gelmezmiş gibi, belki de son zamanlarda bu güç meselesini  aklıma dolamış olduğumdandır. kim bilir...

bir de bir engele, aksaklığa, sıkıntıya, baskıya karşı birlik olma meselesi... artık oyununu biliyorum, seni görünce hemen tanıdım. seni çirkin bulduğumdan değil yanlış anlama, sadece artık etkin altında değil oyunundayım gibi ve sen yaşamaya güzelsin. ve eşcinsel ilişkilerin, sevgilerin ışımasında da etkin büyük. seninle birlikte "gerçek" ve "içsel" leşiyorlar sanırım. neyse, ben yine de çok bilmeden çok konuşmayayım...

Sunday, July 28, 2013

post title

birden bire genişlemeye, çoğalmaya başlıyor şeyler, görüntüler, sesler, düşünceler ve sonra içimin duvarlarına değmeye başlıyorlar. o değdikçe başım dönecek gibi oluyor ama dönmüyor, nefeslerim beni bir şeylerden kurtarmaya çalışırcasına derinleşiyor. şişiyorum, sesim yükseliyor, önemsiz şeyler sinirlerimi dürtüklemeye başlıyor ve ben bunlar karşısında sessiz kalmak için efor sarf etmeye başlıyorum. sonra azıcık rahatlayabileyim diye, sanki çok şişirilmiş bir topun fazla havasını pıstlatır gibi direnmeyi bırakıp tepkilerimi salıveriyorum. sanki çocukluğumdan bir duygu bu ellerimi 2 yanımda yumruk yapıp "ıııııııııııııhh" diye bağırıp hatta azıcık da tepindiğim duygu. çok komik varlık şu insan oğlu ve bazen iğrenç, bazen korkunç. ama ben sadece komik olanların var olduklarını kabul etmeye diğerlerininse korku hikayeleri olduğuna inanmaya devam ediyorum. işte bunlar hep hormon, işte bunlar hep yıldızlar, işte bunlar hep %60 su oluşumuz, işte bunlar hep ruh, işte bunlar hep geveze zihin, işte bunlar hep bilinç altı, işte bunlar hep karma: işte bunlar hep HİÇ OLMAMIZ! hem bi tanede 1001 iz hem bilmem kaç milyon olarak aynı yani aslında dünya nüfusu öyle bi kaç milyon değil yani onun da 1001 katı. nasıl "biri olur" ki insan zaten. ne olunca o kişi olursun, bi insan à un moment donné kaç kişidir aynı anda ve ölürken toplamda kaç kişi olmuş olarak ölür? bunun neresi gerçek ne kadarı ben ne kadarı benim'dir? ha bi de tüm o atalardan taşıdığımız genler meselesi var. dişi mesela, güvende olmak isterim diyor, güvende olmam için senin güçlü olman gerek diyor, yani senin ebatlarının geniş olması, fiziksel olarak güçlü olman gerek, sosyal olarak güçlü olman gerek çünkü yeni dünyada çözümler kaba kuvvetle gelmiyor, paran olursa ooooh daha da güzel beraber yer içeriz gezer tozarız, yaşarız yani işte! sonra bi de zeki olursan hayranlığımı da kazandın demektir ama bana karşı yumuşak olacaksın tabi, duygusal olacaksın öyle öküzlüklere tahammül edemem ben duygusal ince bi varlığım, çiçeğim ben ahh ben ben ben! tamam her zaman bu kadar iğrenç değil neyseki. erkekler mi? aslında sıkıldım, bıktım artık bilmek duymak bile istemiyorum. her şey çok basit ve bu herşeyi bizim için çok komplike hale getiriyor. ya da biz o hale  getiriyoruz ki yaptığımız şeyleri ve kendimizi daha önemli hissedelim. işin kötüsü, en azından şu anda basitliğin güzelliğini taşımıyor hatta tiksiniyorum. iyi de ne istiyorsun o zaman tüm bunların yerine, huysuz! ne istiyorum biliyor musun, bilinç altım yumuşak adamı hırçın kadının gazabından kurtarma oyununu hazırlayıp bi güzel oynattııktan ve adamı (ne yazıkki hiç böyle bi kurtarılma durumuna girmedi bu oyuncu adam da oyun boyunca) kurtardıktan ve iyileştirdikten sonra, herşey sakinleşir normale dönerken yani öyle sanırken kendimi erkekler tarafından üzülmüş kadınların kurtarıcısı olarak bulmamak istiyorum. tüm bunların sonunda, canını yakan sınırları, onlara uygun adamlar bulmaya yaratmaya çalışmış olmaktan şuçlu bi şekilde, en sonunda yok eden, dümdüz bi ovada kalakalan artık daha huzurlu kadın. böylece durduran, direnç gösteren bi şey kalma işte ortada. her şey eser geçer. herkes özgürce istediğini yapar, gerçekten istediği için yapar ve böylesi kesinlikle daha güzeldir. ama herşey  artık yüzeyde durmaktadır. a o yüzey de yok olursa, o zaman ne olur? nasıl olur? bunu sormamış sayın önce biraz düşünmeliyim. tüm düşüncelerimizin aslında onlarca etkeninden habersiz olduğumuz birer sanrı olmaları ne korkunç, değil mi?

Friday, July 26, 2013

gençlik işte

Bazı detaylar peşindeyken bahçede; bazı aksiyonlar peşindeyken de çok çok eski ve çok tanıdık merdivenlerde gözlerimizin takıldığı ve an'ın uzadığı; kim acaba diye bakınırken adı da budur herhalde deyip güldüğüm ama bulunca ifademi şaşkınlığa çeviren bukleli çocuk: bazen, çok alakasız anlarda aklıma düşüyorsun ve seni düşünüyorum...

Aslında böyle sadece bi yerlerde "gör"düğüm insanları düşünüyorum. o insanların nesi var ve ben onları kalabalığın içinde görüyorum bilmiyorum ama bunu seviyorum. gözlerimin önünde renkli ve saydam bir jelatin sanki, herhangi bir mercek işlevi görüp görmediğini bilemem ama renk her zaman daha mutludur. belki bu da daha heyecanlı olduğundandır. ama öyle değil mi? her zaman ya bi hikayede oynuyor ya da bu hikayeyi yazıyor oluyorsun. doğru olup olmadığının bi önemi yok o ruh hakkında yazdıklarımın, hem zaten doğru ya da gerçek de yokken gerek yok böyle dertlere. Olan oluyor sonuçta. Kundera'nın lafını ettiği o dayanılmaz hafiflikle hemde, tesadüfün kuşları uçuşmaya başlıyor ahenkli danslarıyla, kumsala yaklaşırken o anda oynamaya bayıldığınız top hemen önümden yolun öbür tarafına kaçıyor ve sen de tüm heybetli varlığınla benim hemen önüme dönüp duvara yaslanıp topu bekliyorsun. ben telefonla konuşuyorum sonra ne dediğimi şaşırmamaya çalışıyorum ama galiba sesim yükselmeye başlıyor, hayır oraya gitmemeliyim şimdi ama yok bu kumsala son giriş kapısı ve ben yanınızdan kumsalın en kıyılarına atıyorum kendimi. şimdi o çok lafını ettiğin tesadüf bunun neresinde? sen top oynuyorsun ve bana 15 dk 1 den sık olmamak koşuluyla 1 sn den fazla bakmıyorsun. ben de sana... bunu sadece biliyoruz. oradaki varlığını bi şekilde biliyorum ve bu bilincimin içinde ayakta duruyor, benimki de sende. sonra güneş gidiyor, daha da gidiyor, diğer hikayede kocaman bi köpeğe kanser teşhisi koyuluyor ve ben birden hikayeden uyanıp senin nerede olduğunu kontrol etme ihtiyacı duyuyorum. sen o onda kumsalı terk ediyorsun.bu geçen yıl da defalarca olmuştu...aslında başka bi sürü şeyle birlikte. neyse, bu da bir uçan  karahindiba tüyü hikayesi işte... onları izlemeyi severim.

sonra bir kez daha okuyunca, bazı şeylerin anlatılmadıklarında daha güzel olduklarını hatırladım yeniden.

Saturday, June 8, 2013

...


Il y a des yeux qui s'accrochent,
A par ça, tout est κινεσις.






Bilemediğimizden değil, bulamadığımızdan.

                                                                                                                                                          07.06.13