Wednesday, December 24, 2014



bir gun aniden basimi kaldirip dedim ki, bu uc nokta arasindaki gerilimde yasiyoruz, ikimiz, ayri ayri:
demir demirkan - butun zaferlerim
jeux d'enfant
feridun duzagac- senin yuzunden.
bu sirayla geldiler carkimiza, ucu ayni anda var simdi
onlar var, biz yokuz.
bu ucunun yarattigi alanda dolanip duruyoruz yine de
butun basarilarin, butun basarilarim, kendimizi yapmalarimiz
hala birbirimize gore, birbirimiz ugruna, birbirimize nispeten.
o yarattigin basarili ve guclu adam, hayalini bana anlattigindan yapilmakta hala.
bu kadinin her seyi bilmesi, sen buna hayran oldugundan.
ve biz bu alanin içinde asla çarpismadan
birbirimize hic degmeden devinip duruyoruz
bu ihtimali hep sakli ve gercek tutarak
gelecekte bir yerlere yerlestirip, aksiyonun kendisinin gercekligini hep oteye atarak.
yolda hep birbirimizin biraktigi izlere rastlayip, etki alanlari icinden soyle bir gecerek
ve her seyi yillar oncesinde ve yillar sonrasinda sakli tutarak...
bu yuzden jeux d'enfant in bir baska yorumlamasina donduk bu halimizle,
hic surtunmeden gecen 10 yil sonraki carpismayi bekliyoruz.
ve su an dinlerken demirkan i parmak uclarimdan dirseklerime sizliyorum
gogus kafesimden adrenalin karin agrisina donusuyor yavasca
varligini unuttugum evdin odasi apacik onunde gozlerimin
hala en cok boyle, su anda, 'hissediyorum' sinirlara kadar.
bu ucgen icinde kolumuza baskalarini da taktik tabi
ama biz de minik daireleriz ya durumumuzu gosteren tabloda
iste bizim dairelerimizin ortasindaki renk ayni hala, bir.
dis cemberler donusumde, benimki bir ara gokkusagi !
ama iste ayni zaferlerimiz gibi, onlar da birbirimizden oturu, varlar, oyleler, o'lar.
"ben senden sonra kimi optuysem senin yuzunden, guzel yuzunden !"
ne yaptisam cabaydi donusturme, yok etme, hic olmaszsa yok sayma cabasi.
defalarca uzerine gittim yuzleseyim oyle bitsin bari diye, bitmedi.
aslinda bitti de bitmedi biliyorum.
birakmayi, yok olmayi, silinmeyi, gozlemeyi, sonra kendi dunyamizi gozlemeyi, yine de sevgi duyabilmeyi, baska baslar oksayabilmeyi, yurumeyi ogrendik.



sonra da baska bir gun baska bir imaj dogdu zihnime
biz hala assos'ta o kayanin uzerinde oturuyoruz aslinda yan yana.
orasi cok arkada, orasi cok derinde, cok soyutta, cok ruhta.
oradayiz, ikimiz de biliyoruz, hissediyoruz.
oradan gitmiyoruz, gitmek istemiyoruz. gidersek oradan, bitecek.
asil ve gercekten, o zaman sona erecek.
bu cumleyi; o zaman'i zarf degil de: o ->isaret sifati, zaman->isim seklinde kurmayi da isterdim aslinda ben
cok da yanlis olmazdi hani cunku o yanyanaligin zamani akmakta orada.
ama agustin in anlattigi gibi, o yanyanalik yokken, onun zamani da yoktu, o olmadiginda, zamani da olmayacak ve biz bitecek 'gercekten'.
biz burada ne yasamakta olursak olalim,
oradan kendimizi yan yana izliyoruz sanki.
asil korkum herhangi birine gitmen degil yani. oradan gitmen,
o kayanin uzerinden kalkip ben manzaraya bakarken, gozumden degil hissimden kacar da gidersen diye!
olsa olsa bir sabaha karsi olur herhalde diyorum, hava keskin soguk, taze ve durgun, sessiz.
cunku sen sabaha karsi seversin cikip gitmeyi.
baska hangi taslara takilir gozlerin giderken? hangi taslara dokunur ayaklarin? gokyuzune mi bakarsin yoksa? sigarani yakmaya calistigindan, onun ucu ve atesten baska bir sey gormez misin ki? artik kucuk olmayan kedi, atesle oynamakta degil de onunla sigara mi yakmaktadir?
kim bilir.
ama vedalasir da gidersen, bir aksam ustu olur bu mutlaka. pek ihtimal vermiyorum gerci buna. biz hic vedalasip ayrilamadik cunku. biz hic ayrildik mi bazen onu bile bilmiyorum.
fark ettim ki sonra ben iyi mutlu basarili keyifli olmak istemiyorum
cunku bunlar hep gitmek, artik orada olmamak
donusmek, baskasina evrilmek.
tam olarak yuruyup gitmek kendi yoluna.
ben hala bunu yapmak istemiyorum.
belki sevgime vefamdan, belki hatiralara, belki o zamanda var olmaya devam eden kucuk cansu ya; bence her seye ragmen en az sana.
aziz bir dostsa senin ben git dedikten sonra
artik
kalkmis yokusu yariladigini soyluyor.
oyle mi hakikaten cocuk?
gitmeyi mi istiyorsun artik?
artik yeter mi ?
yoksa, gittin mi hakikaten?



Tuesday, March 4, 2014

yavaş yavaş terk et oyunları.
daha doğrusu önce dur.
sonra bak, sonra bırak.
başta tırnaklarını batırırcasına oynadıklarını,
en trajik, en fırtınalı olanlarını.
yürü öteye, çok öteye ama dönme arkanı.
sonra kısa teneffüslerin çerezlik oyunlarını terk et.
öylece dön ve ilerle
çokluklarından korkmadan ellerinde kalan tüm tuz ve yağdan kurtul.
hatırlama bile.
ve sıra en olağan, en maruz kalınanlarına gelsin.
gör, onlar en karmaşık ve en bozunmuş olanlar aslında
bir şey yapmana gerek yok.
yerinde kal,dur!
zaten bırakmış olacaksın.
bir sebebi olmasın
ya da oyunlar olsun sebebi
ya da oyunun kendisi olsun.
ve oyunsuzluğu seyret.
rüzgarın dalgalarını bir uçtan diğerine aktaran bayrak değil,
akan havanın hacmi ol.

Wednesday, January 29, 2014

Bir de, Kant'ın dürüst kişiye taşıdığı dürüstlük yasasından saygı duyması gibi;
Sendeki canlılık yasasının büyülü şiirinden seviyorum seni!

sabah artık

gece içimdeydi bu gece,
aktı durdu.
bir ara konuştuklarımdı, bir ara tartıştıklarım, bir ara seviştiklerim.
kaybolmuşluk, bensizlikle var olabilen bencillik
ben olmadan etrafımda dönebilen dünya
gerçeklikten kopuşumun bir başkası tarafından onaylanması.
ama kopmanın onaylanmaması.
birilerine kıyamayanları görüp yine bi şey hissetmemek
kimliklerinden bağımsız, pozisyonları yüzünden öfke duymak
kışlamak horozları...
herkes ne kadar da emin bildiklerinden
her sınırsızlık girişiminde bir sınır
her anlayış çabası içinde
kabul edilmiş doğrular.
bense yine içinde belirsizleştiğim inime dönmek niyetindeyim yine
gerçeği de değilide bendeki kadar olan.
ne zamandır sus diyor içim, döküldükçe sözler, sıralandıkça yargılar ardı ardına tüm farkındalık, tüm görüş çözünüp kumlaşıyor, uçuşuyor.
ama ben dinlemedim.
çünkü çok merak ettiler
çünkü bana kızdılar
aman ne kendi dünyanmış
yaşam gerçek sen kaçıyorsun dediler
bi bok yapamazsın dediler
anlattım ben de karma karışık, çocuksu sahneleri
yoktu içeride bir şey, söylemiştim
inanmamışlardı, beğenmediler.
hepsi, olması gerekenin nasıl olduğundan eminlerdi.
üçününki de birbirinden farklıydı.
onların kendilerine güvenli alanı yaratan bilinç duvarları olduğunu
yine illüzyon olduğunu görmediler.
 kurtarmaya çalıştılar, düzeltmeye.
anlatmaya çalıştıkça küçüldüm, büzüldüm.
olmayan gücümü de kendimi anlatmaya çalışırken kaybettim.
yine benim etrafımda dönem (kendi) dünyamda
onlarla olduğumdan daha huzurluyum şimdi.
"rüzgarlardan... ve uçsuz yüzen ağaçlar gibi sırılsıklam" dedi bir ses kulağıma.
reductio ad absurdum ile theologie negatif arası bir şey benimkisi
neler olmadığımı biriktiriyorum bu aralar.
bize en basiti hep en zor gelen,
tek gereken, gözlerine bakarak dinleyip
bitince sarılmaktı oysa.
ne çare ne de onay.


ben de
çok defa kalakaldım öylece
önümde koca bir kucak sevgiyle,
veremeden, uçurumdan atmaya kıyamadan.
yaptığı her şeyin bir sebebi var insanın,
bilse de bilmese de.
bilinse de bilinmese de.
yanlışı, haksızı yok demek istiyorum.
(istiyorum da, her gün işlenen kadın cinayetlerini, koca bir milletten çalmaları düşünüp kızarıyor yüzüm)
bu gün sınavda mesela
gerçeklikten kopmuş(!) etrafımda dönen dünyamda kendimi düşünürken duydum ki:
bencil, duyarsız, tutumu itinasız canlara kızmayın.
onlarınki de, yalnızlıktan çünkü.
davranacak birileri olmadığından,
belki öncesinde de itinayı abartıp
bununla da suçlandığından,
terk etmiş, unutmuşlardır davranmayı.
ya da onların kavgası sizinle değil
yaşam oyunuyladır.
çatışmada siz aracı rol arkadaşlarısınızdır.
normalde de birbirimize olduğumuz gibi.
milyarlarca dünya vardır
hepsi kendi etrafında döner.
hatta kimi uydular otursa da yörüngeye,
göz cisimlerinin kendi etraflarında dönmeleri kaçınılmazdır.
"galaksiler aşkına"!


cafergot

garip bir gece, yani artık sabah. aslında -tam başı olmasa da- migrenimin tutması ve eve gelip saat 6 buçukta yatmamla başladı. 9 a kadar uyuyup sonra kalktım. açıkçası şu an da sonra ne yaptım tam olarak hatırlamıyorum. bilgisayarın başına geçip bir taraftan da bir şeyler tıkındım sanırım. ağrı dayanılmaz olmaya, midem bulanmaya başlayınca da yatağa geri döndüm. 2 saatten fazla döndüm yatakta uyuyamadım. başım ağrımasa, yatıp da o kadar zaman uyanık kalmam mümkün değil. ama sessiz karanlık yatıp da uyumayınca, hiç sıkılıp yorulmadan konuşabiliyor insan zihni -düşünmek bu galiba-. sonra uyumuşum arka arkaya güzel kabuslarını gördüm huzursuz uykunun. rüyamda uyanıp ışıkları açmaya kombiyi kapatmaya çalıştım, biraz da zor hareket ediyorum falan, ışıkları da yakamayınca dedim ki yaaa yine uyanmamışım. kalk ya uyan diye tepindim rüyamda durduğum yerde ve uyandım. kalkıp ışıkları açıp kombiyi kapadım. resmen baya sallamadım kabusu hiç düşünmeden devam ettim garipti. bunların arasında bir ara migren ilacı aldım. ama ne zaman ne ara şu an hatırlamıyorum. ben hatırlamadığıma göre de hiç bir kimse şu anda bunun hangi sıralamada gerçekleşmiş olduğunu bilmiyor. tekrar uyuyup uyandım. henüz baş ağrım geçmemişti. yine bir kabus sonrasıydı ve yine umurumda değilsiniz diyerek Pavese'(y)e, yalnız kadınlar arasında ya sarıldım. o hikayeye gitmiş olmak hoşuma gitti. çokça sayfa okudum. ama ne kadar zaman bilmiyorum çünkü vakit gece olduğunda ve siz tek başınıza olduğunuzda, zaman kavramından, yani uzay-zaman  uzamında bulunan dünyanın yarısından kopmuş -bağımsız derseniz güzel gözükür tabi- oluyorsunuz. ara ara baktığım telefonda değişen numaralar bile zamansal olarak hiç bir şey ifade etmeyi başaramadılar bana. bu saçma şeyi yazdım çünkü saatlerce içimden konuşurken sessizlik beni rahatsız etmedikten sonra, sanırım bir şeyler söylüyor zannetmek istedim kendimi, bir kaç bi şeyi tutmuş olmak, hala söylememiş olduğum.
neyse kafein dopingli migren ilacı sebebinden saat 2 buçuktan beri gayet uyanık ve ayaktayım. karnım acıktı en sonunda uyanık kalmayı kabullenip kahvaltı etmeye karar verdim. kahve ve kek en güzeli, ama onca kafein üzerine kahve içsem ne olur ki derken bir baktım ki internette bu migren ilacına yarı uyuşturucu-uyarıcı muamelesi yapmışlar. belki sizin bağımlılık geçmişinize göre bağımlılık yaratabilirmiş. redbull dan ucuz, kahveden daha iyiymiş mide için. ben de neden böyle hoşuma gitti diyordum zaten...
düşündüklerim mi? yazdıkça kaybettim sanki onları, dur bi bakalım, belki çıkar.

Friday, January 24, 2014

kayıp

nerede?
anne? nerededir? bilmiyor musun?
neden mi arıyorum? şey ?!
ama var değil mi öyle bir şey?
yoksa ben nereden hatırlayıp da ararım değil mi?
sanki vardı, sanki gördüm.
uzay zaman önce.
çatı arası? bu koli? hayır.
şu çanta? hayır.
koridor? bu eski çekmece? şu iki koli?
albümler, notalar, bakırlar. Hayır!
çatı odası? şu sandık? peki şu valiz? belkide bu koliler? hı?
Hayır!
bu koliden malzemeler çıktı, hayır hayır onda eski oyuncaklar var.
hayır evet onda babamınkiler var ama orada değil.
ben şeyi arıyorum çatıda 2 gündür.
şeyi...
ben?
ne arıyordum ben?
sadece. sadece arıyordum ben.
belki bulurum diye.
belki, ne var görmek için sadece.
belki bir anneyle bir baba.
çocukken ağabeyimi saklıyorlar diye korktuğum çatı odasında.
onları arıyordum ben galiba.
hayır şimdi bağlamak için değil.
bir zaman parçasında bağlı olmuş olduklarını hatırlayabilmek için sırf.
benim bir ara var edilmiş olduğumu duyumsamak için belki.
burada kuyruğumun dolandığı bir şeyler olsun,
yaprak terlemesin,
hararet yaptığımda sık sık buhar olup dağılmayayım diye.
sanırım bul a ma dım.
baktım da, tutamadım.
gördüğüm yine tutmak değil de bırakmaktı.
durmak değil akmak.
çünkü bebek baba,çocuk anne, delikanlı baba, genç anne...
kesişme sonrası acı dolmasa da, iki mememin arasını tırnaklıyor baktıkça.
bu his benim mi? bilemem.
ama nasıl benden önce çocuktularsa, yaşlı da olacaklar kendi dünyalarında.
aradaki yolda neler geçmiş, neyi değiştirmiş ki kırışan bedenden başka?
içindeki benler zaten hep oynak, kim kime laf edebilir?
ak git işte, görmeden bilenlere gülümseyerek.
herkesi normal taklidi yaptığı bu tımarhanede, çılgın normal havasını atarak,
oynanan rollerin, çemberlerin, tekrarların farkında değilmişcesine.



Thursday, January 23, 2014

Bu gün,
20 çember dönmüş başımın üzeride,
21.si dans etmekte.
Toplayıp toplayıp biriktirmişim ben,
Sonra koyduğum yeri unutmuşum.
Sen diyerek başlamışım aslında.
Sen dedikçe kaybolmuşum.
Ama var da da olmuşum.
Bu gün artık ben diyorum.
Çünkü sen'ler kalmadı etrafta
Bir benler yankılanıyor kulaklarımda.
Çoğu benim sesimden değil.
Ben yansımaları içinde sen sen diye gezilmez,
Bir ben'dir tutturuyorum ben de.
Çağırdıkça dağılıyor.
Su akar, su yolunu bulur da,
Yere değmesi gerekir yine de.
İtaat eder deryalara varmamışsa henüz.
İnsanoğluysa ait değildir deryalara, eninde sonunda.
Ne onda kalabilir, ne derinini görebilir.
Korkar!
Ne yaşanmışsa karışmış şimdi deryalara.
Kıyıda su yine okşamak istemekte kumsalı,
Kokusunu işitmekte, geceleri sessizliğinde sarhoş.
Öğrenmiş artık, karışamaz onunla.
Karışmamalıdır ki,
Ol'sunlar her ikisi de.

Bu gün ben kadınlığı kutlamak yerine,
Yasını tutuyorum erkenden kalkıp giden masumiyetin.
Hayatımın tüm erkenleri gibi...
Ama, olan; olur işte.
Olan güzeldir der birileri.
Yaşamın talep ettiği de budur.
Akıp gittikçe var olur.
Nereye? İleri!
Bunu kucaklamanın cesaretidir,
Bizi yap-boz gibi 'yap'an.

Ve bu gün güzel çocuk,
Ben ancak yaşanmışlıklar sonrası
Senin yine gözlerini dolduracak gelecekten bir işaret olarak
Var olabilirim karşında.
Surlarımı aşıp da beni kucaklamak neredeyse imkansız artık.
Toprağımda bi başınalığın tohumları filizlenmiş.
Dünya'm sizinkinden izole...

Oyunla oyunlar- I

Var olagelen ile var etmek istediğim
Arasındaki seçimdi seninle birleşmem.
Savaşı en başından bitirmek girişimiydi.
Artık ezbere bildiğim oyunu bozmak...
Kabak tatlı yalancı oynaşmalardan,
Kazanıp, kaybetmelerden bulanıyordu midem.
Kazananı, kaybedeni; alanı vereni; arzuyu nesneyi yok ettim de
Cennet sakinliğine döndü ortalık.
Kumarı hayatla oynamışım meğer,
Öyle bir yendi ki beni,
İstediğimi verdi de beni yine benimle kırdı.
Oyun yokluğu hiçlik işte!
Tıpkı ölüm gibi.
Her neyse, bakılırsa halime, sana da yenilirdim,
Göz göre göre.
Hiç değilse, üfleyip kara bulutlarının rüzgarına karşı dumanımı,
Kırmızı dudaklarımdan,
Dönüp girdim durgun inime.