Bir de, Kant'ın dürüst kişiye taşıdığı dürüstlük yasasından saygı duyması gibi;
Sendeki canlılık yasasının büyülü şiirinden seviyorum seni!
Wednesday, January 29, 2014
sabah artık
gece içimdeydi bu gece,
aktı durdu.
bir ara konuştuklarımdı, bir ara tartıştıklarım, bir ara seviştiklerim.
kaybolmuşluk, bensizlikle var olabilen bencillik
ben olmadan etrafımda dönebilen dünya
gerçeklikten kopuşumun bir başkası tarafından onaylanması.
ama kopmanın onaylanmaması.
birilerine kıyamayanları görüp yine bi şey hissetmemek
kimliklerinden bağımsız, pozisyonları yüzünden öfke duymak
kışlamak horozları...
herkes ne kadar da emin bildiklerinden
her sınırsızlık girişiminde bir sınır
her anlayış çabası içinde
kabul edilmiş doğrular.
bense yine içinde belirsizleştiğim inime dönmek niyetindeyim yine
gerçeği de değilide bendeki kadar olan.
ne zamandır sus diyor içim, döküldükçe sözler, sıralandıkça yargılar ardı ardına tüm farkındalık, tüm görüş çözünüp kumlaşıyor, uçuşuyor.
ama ben dinlemedim.
çünkü çok merak ettiler
çünkü bana kızdılar
aman ne kendi dünyanmış
yaşam gerçek sen kaçıyorsun dediler
bi bok yapamazsın dediler
anlattım ben de karma karışık, çocuksu sahneleri
yoktu içeride bir şey, söylemiştim
inanmamışlardı, beğenmediler.
hepsi, olması gerekenin nasıl olduğundan eminlerdi.
üçününki de birbirinden farklıydı.
onların kendilerine güvenli alanı yaratan bilinç duvarları olduğunu
yine illüzyon olduğunu görmediler.
kurtarmaya çalıştılar, düzeltmeye.
anlatmaya çalıştıkça küçüldüm, büzüldüm.
olmayan gücümü de kendimi anlatmaya çalışırken kaybettim.
yine benim etrafımda dönem (kendi) dünyamda
onlarla olduğumdan daha huzurluyum şimdi.
"rüzgarlardan... ve uçsuz yüzen ağaçlar gibi sırılsıklam" dedi bir ses kulağıma.
reductio ad absurdum ile theologie negatif arası bir şey benimkisi
neler olmadığımı biriktiriyorum bu aralar.
bize en basiti hep en zor gelen,
tek gereken, gözlerine bakarak dinleyip
bitince sarılmaktı oysa.
ne çare ne de onay.
ben de
çok defa kalakaldım öylece
önümde koca bir kucak sevgiyle,
veremeden, uçurumdan atmaya kıyamadan.
yaptığı her şeyin bir sebebi var insanın,
bilse de bilmese de.
bilinse de bilinmese de.
yanlışı, haksızı yok demek istiyorum.
(istiyorum da, her gün işlenen kadın cinayetlerini, koca bir milletten çalmaları düşünüp kızarıyor yüzüm)
bu gün sınavda mesela
gerçeklikten kopmuş(!) etrafımda dönen dünyamda kendimi düşünürken duydum ki:
bencil, duyarsız, tutumu itinasız canlara kızmayın.
onlarınki de, yalnızlıktan çünkü.
davranacak birileri olmadığından,
belki öncesinde de itinayı abartıp
bununla da suçlandığından,
terk etmiş, unutmuşlardır davranmayı.
ya da onların kavgası sizinle değil
yaşam oyunuyladır.
çatışmada siz aracı rol arkadaşlarısınızdır.
normalde de birbirimize olduğumuz gibi.
milyarlarca dünya vardır
hepsi kendi etrafında döner.
hatta kimi uydular otursa da yörüngeye,
göz cisimlerinin kendi etraflarında dönmeleri kaçınılmazdır.
"galaksiler aşkına"!
aktı durdu.
bir ara konuştuklarımdı, bir ara tartıştıklarım, bir ara seviştiklerim.
kaybolmuşluk, bensizlikle var olabilen bencillik
ben olmadan etrafımda dönebilen dünya
gerçeklikten kopuşumun bir başkası tarafından onaylanması.
ama kopmanın onaylanmaması.
birilerine kıyamayanları görüp yine bi şey hissetmemek
kimliklerinden bağımsız, pozisyonları yüzünden öfke duymak
kışlamak horozları...
herkes ne kadar da emin bildiklerinden
her sınırsızlık girişiminde bir sınır
her anlayış çabası içinde
kabul edilmiş doğrular.
bense yine içinde belirsizleştiğim inime dönmek niyetindeyim yine
gerçeği de değilide bendeki kadar olan.
ne zamandır sus diyor içim, döküldükçe sözler, sıralandıkça yargılar ardı ardına tüm farkındalık, tüm görüş çözünüp kumlaşıyor, uçuşuyor.
ama ben dinlemedim.
çünkü çok merak ettiler
çünkü bana kızdılar
aman ne kendi dünyanmış
yaşam gerçek sen kaçıyorsun dediler
bi bok yapamazsın dediler
anlattım ben de karma karışık, çocuksu sahneleri
yoktu içeride bir şey, söylemiştim
inanmamışlardı, beğenmediler.
hepsi, olması gerekenin nasıl olduğundan eminlerdi.
üçününki de birbirinden farklıydı.
onların kendilerine güvenli alanı yaratan bilinç duvarları olduğunu
yine illüzyon olduğunu görmediler.
kurtarmaya çalıştılar, düzeltmeye.
anlatmaya çalıştıkça küçüldüm, büzüldüm.
olmayan gücümü de kendimi anlatmaya çalışırken kaybettim.
yine benim etrafımda dönem (kendi) dünyamda
onlarla olduğumdan daha huzurluyum şimdi.
"rüzgarlardan... ve uçsuz yüzen ağaçlar gibi sırılsıklam" dedi bir ses kulağıma.
reductio ad absurdum ile theologie negatif arası bir şey benimkisi
neler olmadığımı biriktiriyorum bu aralar.
bize en basiti hep en zor gelen,
tek gereken, gözlerine bakarak dinleyip
bitince sarılmaktı oysa.
ne çare ne de onay.
ben de
çok defa kalakaldım öylece
önümde koca bir kucak sevgiyle,
veremeden, uçurumdan atmaya kıyamadan.
yaptığı her şeyin bir sebebi var insanın,
bilse de bilmese de.
bilinse de bilinmese de.
yanlışı, haksızı yok demek istiyorum.
(istiyorum da, her gün işlenen kadın cinayetlerini, koca bir milletten çalmaları düşünüp kızarıyor yüzüm)
bu gün sınavda mesela
gerçeklikten kopmuş(!) etrafımda dönen dünyamda kendimi düşünürken duydum ki:
bencil, duyarsız, tutumu itinasız canlara kızmayın.
onlarınki de, yalnızlıktan çünkü.
davranacak birileri olmadığından,
belki öncesinde de itinayı abartıp
bununla da suçlandığından,
terk etmiş, unutmuşlardır davranmayı.
ya da onların kavgası sizinle değil
yaşam oyunuyladır.
çatışmada siz aracı rol arkadaşlarısınızdır.
normalde de birbirimize olduğumuz gibi.
milyarlarca dünya vardır
hepsi kendi etrafında döner.
hatta kimi uydular otursa da yörüngeye,
göz cisimlerinin kendi etraflarında dönmeleri kaçınılmazdır.
"galaksiler aşkına"!
cafergot
garip bir gece, yani artık sabah. aslında -tam başı olmasa da- migrenimin tutması ve eve gelip saat 6 buçukta yatmamla başladı. 9 a kadar uyuyup sonra kalktım. açıkçası şu an da sonra ne yaptım tam olarak hatırlamıyorum. bilgisayarın başına geçip bir taraftan da bir şeyler tıkındım sanırım. ağrı dayanılmaz olmaya, midem bulanmaya başlayınca da yatağa geri döndüm. 2 saatten fazla döndüm yatakta uyuyamadım. başım ağrımasa, yatıp da o kadar zaman uyanık kalmam mümkün değil. ama sessiz karanlık yatıp da uyumayınca, hiç sıkılıp yorulmadan konuşabiliyor insan zihni -düşünmek bu galiba-. sonra uyumuşum arka arkaya güzel kabuslarını gördüm huzursuz uykunun. rüyamda uyanıp ışıkları açmaya kombiyi kapatmaya çalıştım, biraz da zor hareket ediyorum falan, ışıkları da yakamayınca dedim ki yaaa yine uyanmamışım. kalk ya uyan diye tepindim rüyamda durduğum yerde ve uyandım. kalkıp ışıkları açıp kombiyi kapadım. resmen baya sallamadım kabusu hiç düşünmeden devam ettim garipti. bunların arasında bir ara migren ilacı aldım. ama ne zaman ne ara şu an hatırlamıyorum. ben hatırlamadığıma göre de hiç bir kimse şu anda bunun hangi sıralamada gerçekleşmiş olduğunu bilmiyor. tekrar uyuyup uyandım. henüz baş ağrım geçmemişti. yine bir kabus sonrasıydı ve yine umurumda değilsiniz diyerek Pavese'(y)e, yalnız kadınlar arasında ya sarıldım. o hikayeye gitmiş olmak hoşuma gitti. çokça sayfa okudum. ama ne kadar zaman bilmiyorum çünkü vakit gece olduğunda ve siz tek başınıza olduğunuzda, zaman kavramından, yani uzay-zaman uzamında bulunan dünyanın yarısından kopmuş -bağımsız derseniz güzel gözükür tabi- oluyorsunuz. ara ara baktığım telefonda değişen numaralar bile zamansal olarak hiç bir şey ifade etmeyi başaramadılar bana. bu saçma şeyi yazdım çünkü saatlerce içimden konuşurken sessizlik beni rahatsız etmedikten sonra, sanırım bir şeyler söylüyor zannetmek istedim kendimi, bir kaç bi şeyi tutmuş olmak, hala söylememiş olduğum.
neyse kafein dopingli migren ilacı sebebinden saat 2 buçuktan beri gayet uyanık ve ayaktayım. karnım acıktı en sonunda uyanık kalmayı kabullenip kahvaltı etmeye karar verdim. kahve ve kek en güzeli, ama onca kafein üzerine kahve içsem ne olur ki derken bir baktım ki internette bu migren ilacına yarı uyuşturucu-uyarıcı muamelesi yapmışlar. belki sizin bağımlılık geçmişinize göre bağımlılık yaratabilirmiş. redbull dan ucuz, kahveden daha iyiymiş mide için. ben de neden böyle hoşuma gitti diyordum zaten...
düşündüklerim mi? yazdıkça kaybettim sanki onları, dur bi bakalım, belki çıkar.
neyse kafein dopingli migren ilacı sebebinden saat 2 buçuktan beri gayet uyanık ve ayaktayım. karnım acıktı en sonunda uyanık kalmayı kabullenip kahvaltı etmeye karar verdim. kahve ve kek en güzeli, ama onca kafein üzerine kahve içsem ne olur ki derken bir baktım ki internette bu migren ilacına yarı uyuşturucu-uyarıcı muamelesi yapmışlar. belki sizin bağımlılık geçmişinize göre bağımlılık yaratabilirmiş. redbull dan ucuz, kahveden daha iyiymiş mide için. ben de neden böyle hoşuma gitti diyordum zaten...
düşündüklerim mi? yazdıkça kaybettim sanki onları, dur bi bakalım, belki çıkar.
Friday, January 24, 2014
kayıp
nerede?
anne? nerededir? bilmiyor musun?
neden mi arıyorum? şey ?!
ama var değil mi öyle bir şey?
yoksa ben nereden hatırlayıp da ararım değil mi?
sanki vardı, sanki gördüm.
uzay zaman önce.
çatı arası? bu koli? hayır.
şu çanta? hayır.
koridor? bu eski çekmece? şu iki koli?
albümler, notalar, bakırlar. Hayır!
çatı odası? şu sandık? peki şu valiz? belkide bu koliler? hı?
Hayır!
bu koliden malzemeler çıktı, hayır hayır onda eski oyuncaklar var.
hayır evet onda babamınkiler var ama orada değil.
ben şeyi arıyorum çatıda 2 gündür.
şeyi...
ben?
ne arıyordum ben?
sadece. sadece arıyordum ben.
belki bulurum diye.
belki, ne var görmek için sadece.
belki bir anneyle bir baba.
çocukken ağabeyimi saklıyorlar diye korktuğum çatı odasında.
onları arıyordum ben galiba.
hayır şimdi bağlamak için değil.
bir zaman parçasında bağlı olmuş olduklarını hatırlayabilmek için sırf.
benim bir ara var edilmiş olduğumu duyumsamak için belki.
burada kuyruğumun dolandığı bir şeyler olsun,
yaprak terlemesin,
hararet yaptığımda sık sık buhar olup dağılmayayım diye.
sanırım bul a ma dım.
baktım da, tutamadım.
gördüğüm yine tutmak değil de bırakmaktı.
durmak değil akmak.
çünkü bebek baba,çocuk anne, delikanlı baba, genç anne...
kesişme sonrası acı dolmasa da, iki mememin arasını tırnaklıyor baktıkça.
bu his benim mi? bilemem.
ama nasıl benden önce çocuktularsa, yaşlı da olacaklar kendi dünyalarında.
aradaki yolda neler geçmiş, neyi değiştirmiş ki kırışan bedenden başka?
içindeki benler zaten hep oynak, kim kime laf edebilir?
ak git işte, görmeden bilenlere gülümseyerek.
herkesi normal taklidi yaptığı bu tımarhanede, çılgın normal havasını atarak,
oynanan rollerin, çemberlerin, tekrarların farkında değilmişcesine.
anne? nerededir? bilmiyor musun?
neden mi arıyorum? şey ?!
ama var değil mi öyle bir şey?
yoksa ben nereden hatırlayıp da ararım değil mi?
sanki vardı, sanki gördüm.
uzay zaman önce.
çatı arası? bu koli? hayır.
şu çanta? hayır.
koridor? bu eski çekmece? şu iki koli?
albümler, notalar, bakırlar. Hayır!
çatı odası? şu sandık? peki şu valiz? belkide bu koliler? hı?
Hayır!
bu koliden malzemeler çıktı, hayır hayır onda eski oyuncaklar var.
hayır evet onda babamınkiler var ama orada değil.
ben şeyi arıyorum çatıda 2 gündür.
şeyi...
ben?
ne arıyordum ben?
sadece. sadece arıyordum ben.
belki bulurum diye.
belki, ne var görmek için sadece.
belki bir anneyle bir baba.
çocukken ağabeyimi saklıyorlar diye korktuğum çatı odasında.
onları arıyordum ben galiba.
hayır şimdi bağlamak için değil.
bir zaman parçasında bağlı olmuş olduklarını hatırlayabilmek için sırf.
benim bir ara var edilmiş olduğumu duyumsamak için belki.
burada kuyruğumun dolandığı bir şeyler olsun,
yaprak terlemesin,
hararet yaptığımda sık sık buhar olup dağılmayayım diye.
sanırım bul a ma dım.
baktım da, tutamadım.
gördüğüm yine tutmak değil de bırakmaktı.
durmak değil akmak.
çünkü bebek baba,çocuk anne, delikanlı baba, genç anne...
kesişme sonrası acı dolmasa da, iki mememin arasını tırnaklıyor baktıkça.
bu his benim mi? bilemem.
ama nasıl benden önce çocuktularsa, yaşlı da olacaklar kendi dünyalarında.
aradaki yolda neler geçmiş, neyi değiştirmiş ki kırışan bedenden başka?
içindeki benler zaten hep oynak, kim kime laf edebilir?
ak git işte, görmeden bilenlere gülümseyerek.
herkesi normal taklidi yaptığı bu tımarhanede, çılgın normal havasını atarak,
oynanan rollerin, çemberlerin, tekrarların farkında değilmişcesine.
Thursday, January 23, 2014
Bu gün,
20 çember dönmüş başımın üzeride,
21.si dans etmekte.
Toplayıp toplayıp biriktirmişim ben,
Sonra koyduğum yeri unutmuşum.
Sen diyerek başlamışım aslında.
Sen dedikçe kaybolmuşum.
Ama var da da olmuşum.
Bu gün artık ben diyorum.
Çünkü sen'ler kalmadı etrafta
Bir benler yankılanıyor kulaklarımda.
Çoğu benim sesimden değil.
Ben yansımaları içinde sen sen diye gezilmez,
Bir ben'dir tutturuyorum ben de.
Çağırdıkça dağılıyor.
Su akar, su yolunu bulur da,
Yere değmesi gerekir yine de.
İtaat eder deryalara varmamışsa henüz.
İnsanoğluysa ait değildir deryalara, eninde sonunda.
Ne onda kalabilir, ne derinini görebilir.
Korkar!
Ne yaşanmışsa karışmış şimdi deryalara.
Kıyıda su yine okşamak istemekte kumsalı,
Kokusunu işitmekte, geceleri sessizliğinde sarhoş.
Öğrenmiş artık, karışamaz onunla.
Karışmamalıdır ki,
Ol'sunlar her ikisi de.
Bu gün ben kadınlığı kutlamak yerine,
Yasını tutuyorum erkenden kalkıp giden masumiyetin.
Hayatımın tüm erkenleri gibi...
Ama, olan; olur işte.
Olan güzeldir der birileri.
Yaşamın talep ettiği de budur.
Akıp gittikçe var olur.
Nereye? İleri!
Bunu kucaklamanın cesaretidir,
Bizi yap-boz gibi 'yap'an.
Ve bu gün güzel çocuk,
Ben ancak yaşanmışlıklar sonrası
Senin yine gözlerini dolduracak gelecekten bir işaret olarak
Var olabilirim karşında.
Surlarımı aşıp da beni kucaklamak neredeyse imkansız artık.
Toprağımda bi başınalığın tohumları filizlenmiş.
Dünya'm sizinkinden izole...
20 çember dönmüş başımın üzeride,
21.si dans etmekte.
Toplayıp toplayıp biriktirmişim ben,
Sonra koyduğum yeri unutmuşum.
Sen diyerek başlamışım aslında.
Sen dedikçe kaybolmuşum.
Ama var da da olmuşum.
Bu gün artık ben diyorum.
Çünkü sen'ler kalmadı etrafta
Bir benler yankılanıyor kulaklarımda.
Çoğu benim sesimden değil.
Ben yansımaları içinde sen sen diye gezilmez,
Bir ben'dir tutturuyorum ben de.
Çağırdıkça dağılıyor.
Su akar, su yolunu bulur da,
Yere değmesi gerekir yine de.
İtaat eder deryalara varmamışsa henüz.
İnsanoğluysa ait değildir deryalara, eninde sonunda.
Ne onda kalabilir, ne derinini görebilir.
Korkar!
Ne yaşanmışsa karışmış şimdi deryalara.
Kıyıda su yine okşamak istemekte kumsalı,
Kokusunu işitmekte, geceleri sessizliğinde sarhoş.
Öğrenmiş artık, karışamaz onunla.
Karışmamalıdır ki,
Ol'sunlar her ikisi de.
Bu gün ben kadınlığı kutlamak yerine,
Yasını tutuyorum erkenden kalkıp giden masumiyetin.
Hayatımın tüm erkenleri gibi...
Ama, olan; olur işte.
Olan güzeldir der birileri.
Yaşamın talep ettiği de budur.
Akıp gittikçe var olur.
Nereye? İleri!
Bunu kucaklamanın cesaretidir,
Bizi yap-boz gibi 'yap'an.
Ve bu gün güzel çocuk,
Ben ancak yaşanmışlıklar sonrası
Senin yine gözlerini dolduracak gelecekten bir işaret olarak
Var olabilirim karşında.
Surlarımı aşıp da beni kucaklamak neredeyse imkansız artık.
Toprağımda bi başınalığın tohumları filizlenmiş.
Dünya'm sizinkinden izole...
Oyunla oyunlar- I
Var olagelen ile var etmek istediğim
Arasındaki seçimdi seninle birleşmem.
Savaşı en başından bitirmek girişimiydi.
Artık ezbere bildiğim oyunu bozmak...
Kabak tatlı yalancı oynaşmalardan,
Kazanıp, kaybetmelerden bulanıyordu midem.
Kazananı, kaybedeni; alanı vereni; arzuyu nesneyi yok ettim de
Cennet sakinliğine döndü ortalık.
Kumarı hayatla oynamışım meğer,
Öyle bir yendi ki beni,
İstediğimi verdi de beni yine benimle kırdı.
Oyun yokluğu hiçlik işte!
Tıpkı ölüm gibi.
Her neyse, bakılırsa halime, sana da yenilirdim,
Göz göre göre.
Hiç değilse, üfleyip kara bulutlarının rüzgarına karşı dumanımı,
Kırmızı dudaklarımdan,
Dönüp girdim durgun inime.
Arasındaki seçimdi seninle birleşmem.
Savaşı en başından bitirmek girişimiydi.
Artık ezbere bildiğim oyunu bozmak...
Kabak tatlı yalancı oynaşmalardan,
Kazanıp, kaybetmelerden bulanıyordu midem.
Kazananı, kaybedeni; alanı vereni; arzuyu nesneyi yok ettim de
Cennet sakinliğine döndü ortalık.
Kumarı hayatla oynamışım meğer,
Öyle bir yendi ki beni,
İstediğimi verdi de beni yine benimle kırdı.
Oyun yokluğu hiçlik işte!
Tıpkı ölüm gibi.
Her neyse, bakılırsa halime, sana da yenilirdim,
Göz göre göre.
Hiç değilse, üfleyip kara bulutlarının rüzgarına karşı dumanımı,
Kırmızı dudaklarımdan,
Dönüp girdim durgun inime.
Subscribe to:
Posts (Atom)