gece içimdeydi bu gece,
aktı durdu.
bir ara konuştuklarımdı, bir ara tartıştıklarım, bir ara seviştiklerim.
kaybolmuşluk, bensizlikle var olabilen bencillik
ben olmadan etrafımda dönebilen dünya
gerçeklikten kopuşumun bir başkası tarafından onaylanması.
ama kopmanın onaylanmaması.
birilerine kıyamayanları görüp yine bi şey hissetmemek
kimliklerinden bağımsız, pozisyonları yüzünden öfke duymak
kışlamak horozları...
herkes ne kadar da emin bildiklerinden
her sınırsızlık girişiminde bir sınır
her anlayış çabası içinde
kabul edilmiş doğrular.
bense yine içinde belirsizleştiğim inime dönmek niyetindeyim yine
gerçeği de değilide bendeki kadar olan.
ne zamandır sus diyor içim, döküldükçe sözler, sıralandıkça yargılar ardı ardına tüm farkındalık, tüm görüş çözünüp kumlaşıyor, uçuşuyor.
ama ben dinlemedim.
çünkü çok merak ettiler
çünkü bana kızdılar
aman ne kendi dünyanmış
yaşam gerçek sen kaçıyorsun dediler
bi bok yapamazsın dediler
anlattım ben de karma karışık, çocuksu sahneleri
yoktu içeride bir şey, söylemiştim
inanmamışlardı, beğenmediler.
hepsi, olması gerekenin nasıl olduğundan eminlerdi.
üçününki de birbirinden farklıydı.
onların kendilerine güvenli alanı yaratan bilinç duvarları olduğunu
yine illüzyon olduğunu görmediler.
kurtarmaya çalıştılar, düzeltmeye.
anlatmaya çalıştıkça küçüldüm, büzüldüm.
olmayan gücümü de kendimi anlatmaya çalışırken kaybettim.
yine benim etrafımda dönem (kendi) dünyamda
onlarla olduğumdan daha huzurluyum şimdi.
"rüzgarlardan... ve uçsuz yüzen ağaçlar gibi sırılsıklam" dedi bir ses kulağıma.
reductio ad absurdum ile theologie negatif arası bir şey benimkisi
neler olmadığımı biriktiriyorum bu aralar.
bize en basiti hep en zor gelen,
tek gereken, gözlerine bakarak dinleyip
bitince sarılmaktı oysa.
ne çare ne de onay.
ben de
çok defa kalakaldım öylece
önümde koca bir kucak sevgiyle,
veremeden, uçurumdan atmaya kıyamadan.
yaptığı her şeyin bir sebebi var insanın,
bilse de bilmese de.
bilinse de bilinmese de.
yanlışı, haksızı yok demek istiyorum.
(istiyorum da, her gün işlenen kadın cinayetlerini, koca bir milletten çalmaları düşünüp kızarıyor yüzüm)
bu gün sınavda mesela
gerçeklikten kopmuş(!) etrafımda dönen dünyamda kendimi düşünürken duydum ki:
bencil, duyarsız, tutumu itinasız canlara kızmayın.
onlarınki de, yalnızlıktan çünkü.
davranacak birileri olmadığından,
belki öncesinde de itinayı abartıp
bununla da suçlandığından,
terk etmiş, unutmuşlardır davranmayı.
ya da onların kavgası sizinle değil
yaşam oyunuyladır.
çatışmada siz aracı rol arkadaşlarısınızdır.
normalde de birbirimize olduğumuz gibi.
milyarlarca dünya vardır
hepsi kendi etrafında döner.
hatta kimi uydular otursa da yörüngeye,
göz cisimlerinin kendi etraflarında dönmeleri kaçınılmazdır.
"galaksiler aşkına"!
Ey esir kuş!
ReplyDeleteUzak bağlarda ötüyorsun.
Kıştır…
Ben senden çok uzaklarda, kargaların velvelesi arasından o kuşun sesini duyduğu andan itibaren sana uçma ümidi ve aşkıyla tutuşan kuşu görüyorum. Adeta kanatları da ateşte yanmış, kararmış… Ama o esirdir, kafesi dardır, kafesinin parmaklıkları zindanın demir parmaklıkları gibidir. Yeni kafese kapatılmış vahşi kuş gibi, gece gündüz kendini kafesin kapısına ve duvarlarına vuruyor. Kanatları dökülmüş, kanamış, kırılmış ve yaralanmış. Gözlerinden kan damlıyor. Su tası kan rengine boyanmış, yem kabı kırılmış, yemleri dökülmüş. Su içmiyor, tane yemiyor, gözleri kapanmıyor… Neden susmuş, biliyor musun? Neden artık sesini duymuyorsun, biliyor musun, biliyor musun? Onun delicesine uçmakla kapıya ve duvarlara çarpıp çırpınmakla, yaralanmaktan başka bir nasibi olmadı. Sonunda sessiz kaldı! Nasıl olduğunu biliyor musun? Bilmiyorsun; sen uzak bağlarda esirsin, onu göremiyorsun, sadece sesini duyuyorsun; ama ben onu şimdi görüyorum, ne için olduğunu biliyorum. O çok çabaladı, kafesten kaçmak için çok uğraştı, gücü oranında başını ve boynunu kafesten dışarı çıkardı, ama artık olmadı, yapamadı, göğsü, taşlığı, kafesin iki demir parmaklığı arasına sıkıştı ve yapamadı, daha fazla olmadı, olmuyor! Şimdi ben ağaçları, bu karlı rüzgârların acımasız kırbaçları altında çıplak, titreyen, moraran, bu kış vurmuş bahçede, bu bahçenin üstünde uçan uğursuz kargaların uğursuz gölgeleri ve çığlıkları arasında o köşede büyük ve demirden bir kafes görüyorum. Parmaklıkları kalın, sağlam ve birbirine yakın, kafesin tabanında kan rengine bürünmüş bir su kabı, kırılmış devrilmiş bir yem kabı, dökülüp etrafa saçılmış taneler, kan lekelerine bulanmış ve kafesi kaplamış tüyler içinde kuşun bedeninin yarısı kafeste kalmış, diğer yarısı ise kafesin dışında… Kafesin iki demir parmaklığı göğsünü sıkıştırmış, nefes almasına engel oluyor… Ben onu görmemek için gözlerimi kapatıyorum, duymamak için kulaklarımı kapatıyorum.
Ey uzak bağlarda öten esir kuş!
Kıştır…
Sen başını kafesin demir parmaklıklarından çıkarma! Kafesin köşesinde rahat dur, başını kanatlarının altına gizle, gaganı yumuşak ve renkli kanatlarına göm…
Ey uzak bağlarda öten esir kuş!
Kıştır…
Ey şubat kırlangıcı!
Bahar ölmüştür!
Ali Şeriati – Yalnızlık Sözleri I